eski antalya dışkale
1800 lerden, antalyanın bilinen en eski fotoğrafı,
bu fotoğrafta, bugüne kadar tarih kitaplaından okuduğumuz,
eski antalyanın yerleşimi ile ilgili bazı önemli özelliklerini
görebiliyoruz, ana karadan gelebilecek tehlikelere karşı
şehri korumak amacıyla inşa edilmiş dış kale,
fotoğrafta arka planda burçlarında dalgalanan sancak bayraklarıyla
net olarak görülüyor,
kadınyarı 1915
selekler çarşısının doğu yakasında bulunan, altında ne olduğu
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmaksızın, günümüzde binlerce
antalyalının hergün üzerinden geçtiği kadınyarı köprüsünden
başlayarak şehri çevreleyen ve kara alioğlu parkındaki
hıdırlık kulesine kadar uzanan dış kalenin dört kapısı vardı,
antalya dışkale surları
yüksek surlarla korunan, kaleiçinde yaşayan halkın,
kale dışına çıkması kontrollü olarak bu kapılardan yapılırdı,
kalekapısı
bunlardan kalekapısı, saat kulesinin bulunduğu yerdir,
kale dışında tarlalarda çalışan halkın kullandığı kapıdır,
ayrıca bu kapı, diğer şehirlerden mal alıp satmak için gelen
tüccarların da kullandığı kapı idi.
üçkapılar (hadrian)
ikinci kapı üçkapılar (hadrian)
bu kapı kıral kapısı olarak bilinir, alt sınıf bu kapıyı kullanamazdı,
üçüncü kapı yenikapı dır, burası,
genellikle şehrin güney yakasında yaşayan halkın kullandığı kapıdır
hıdırlık kapısı 1927
dördüncü kapı hıdırlık kapısı, hıdırlık kulesinin bulunduğu yerdir,
burayı, şehri koruyan askerler,
kaledışında eğitim yapmak amacı ile kullanırdı.
şehrim hakkında bütün bunları anlatmak ve paylaşmak güzel de,
geriye ne kalmış ?
inanın, ellibeş yıl öncesine kadar bu anlatmaya çalıştığım,
dışkale surlarının yüzde altmışı yaşam savaşı veriyordu,
sahipsiz kaldı talan edildi, birileri parselledi o dilberim tarihi surları
yıktılar yerine, beton binalar yaptılar,
kadınyarı'nın hemen yanındaki sekiz, on katlı binalar,
ziraat bankası ve yanındaki bina (eskiden türk ticaret bankasıydı)
onun yanında konuk işhanı, mc donald ın binası, yenikapıdaki
eyilik soğuk hava deposu, kültür sineması bunlardan birkaçı,
oysa sahip çıkılabilinir restore edilebilinirdi,
benim talihsiz memleketim.
1900 lerde antalya
eski antalya içkale
antalya - kaleiçindeki içkale,
şehri denizden gelebilecek
tehlikelere karşı korumak amacıyla inşa edilmiştir,
yani korsan gemilerine karşı,
eklediğim fotoğraflarda özellikle de yat limanı çevresinde
iç kaleyi rahatlıkla seçebilirsiniz,
iskele 1910
iskele 1964
içkale, dışkale ye göre daha şanslı diyebiliriz,
çünkü çok uzun yıllar önce korumaya alındı, tamamı olmasa da,
büyük bir bölümü restore edildi, yaşatılmaya çalışıldı, bir yer hariç,
şimdi sıkı durun, size öyle bir bilgi vereceğim ki,
birçok antalyalının bu konuda bilgi sahibi olmadığından eminim,
ama ben onları suçlamıyorum çünkü,
bu konuda bilgi edinebilmek için kaynak yok,
akla şu soru gelebilir, peki ben nereden biliyorum,
ben bugün altmışyedi yaşındayım, çocukluğumda,
ele avuca sığmaz, haylaz, ve herşeyi merak eder,
her deliğe girer çıkardım, sanıyorum anlamışsınızdır,
tophane 1953
konuya gelince, antalya cumhuriyet meydanındaki
tophane çay bahçesini herkez bilir,
bir ucundan öbür ucuna yüz metreden daha fazla
büyük ve geniş bir alandır, hergün binlerce insan,
bu çay bahçesinde oturur, kaleiçi ve yat limanını yukarıdan seyrederek
çayını yudumlar, çok keyif verici bir manzarası vardır.
çay bahçesinin tophane olarak anılma nedenine gelince,
bu çay bahçesinin altında yüzlerce metre giden tüneller ve
dehlizler vardır, abartmıyorum, bir tabur askerin günlük yaşamında
hertürlü ihtiyacını karşılayacak kadar büyük.
bu tünellerde yat limanına ve açık denize bakan, kemerli bölmeler vardı,
bu bölmelerin herbirinde uzun menzilli top namluları, denizden gelebilecek
korsan gemilerine karşı şehri savunmak için hazırdılar.
zamanla çürümüş ve büyük bir bölümü toprak altında kalmış top namlularını
küçük olduğum için, kaldırmakta zorlandığım top güllelerini görebilme ve onlara dokunabilme şansım oldu.
aşağıdan yat limanından bakarsanız, doğal bitki örtüsü nedeniyle,
bu kemerli bölmeleri farkedemezsiniz, çok dik ve yüksek bir falez olduğundan, aşağıdan tırmanmak da mümkün değildir.
altmış yıl sonra bu anımı sizlerle paylaşırken o günü tekrar yaşıyorum sanki,
doğrusu ya çok heyecan vericiydi.
aradan çok uzun zaman geçti, 1984 yılında birgün cumhuriyet meydanından,
yat limanına inerken, çocukken kayaların arasından girdiğim deliğin olduğu yerde bir restoran olduğunu gördüm.
şaşırmıştım, böylesine değerli, bir tarihi eserin içinde restoranın ne işi vardı,
o gün değil ama birkaç gün sonrası duramadım, akşam yemeği için o restorana gittim,
ne gördüm dersiniz, koskoca kale duvarlarını yıkmışlar, ilk iki kemerli bölümü restoran yapmışlar, girişte geniş bir cephe yaratmak için se
yıktıkları kale duvarlarının kocaman kayalarıyla da, o deryanın diğer bölümlerini
yok sayarcasına kapatmışlar.
ve böylelikle, o dilberim tarih yok olmaya mahkum edilmiş.
bu olay tarihi yok etme pahasına da olsa birilerinin çıkarını gözümüze sokmuştu,
günümüzde ise,
hani ne derler :
sözün bittiği yer.
tophane 2011
antalya limanı I
O güzel günleri yaşamış bir Antalyalı olarak, vereceğim ek bilgilerle
Antalyayı farklı bir bakış açısından tanıtmaya çalışacağım.
Bu resimde görülen iskele camisi,
mimari olarak altı kolon üzerine inşa edilmiş taş bir yapıdır.
Namaz kılınan bölüm üst katta olduğundan
girişteki merdiven mimari özelliğine son derece uyumludur
ve ibadet bölümü küçük bir altıgen salondur.
Bu caminin bir özelliği de,
günümüzde para ödeyerek satın aldığımız şişe sularında
bulamayacağınız kadar güzel bir kaynak suyun üzerine inşa edilmiş olmasıdır.
O yıllarda şehrin içecek suyunun büyük bir bölümü bu kaynaktan karşılanırdı,
nasıl mı ?
Hepimizin bildiği 18 litrelik zeytinyağı tenekelerinden faydalanarak yapılmış
kapaklı kaplara doldurulur,
50 kadarı bir at arabasına yüklenir, sokak, sokak dolaşılarak dağıtılırdı.
Bu işi yapanlara biz sucu derdik. Bu kaynak su, o kadar değerliydi ki,
sadece içme suyu olarak tüketilir ve ekonomik durumu iyi olmayan halk,
bu suyu satın alamadığından,
illaki bu suyu içmek istiyorsa kendi olanakları ile taşımak zorunda kalırlardı.
Halkın büyük bir bölümü eski Antalyanın
her sokağında bulabileceğiniz su kuyularından faydalanırdı
ve yine her sokakta küçük akarsu kanalları vardı,
bu akarsular yaz aylarının kavurucu sıcaklarında bile şehiriçinde doğal bir klimaydı,
şehir dışında 45 C. olan hava sıcaklığı, şehiriçinde pek farkedilmezdi.
antalya limanı II
Fotoğrafta görüldüğü gibi, iskele camisinin hemen sağındaki bina balıkçı kahvesidir.
Yıkılıncaya kadar kapısı hiç kilitlenmeyen bu yer iskele balıkçıları ve
çalışanlarının biraraya geldikleri çay veya kahvelerini yudumlarken,
nargilenin de o özel kokusu ve horultusunun sohbetlere katkısını unutamayız.
Ön plandaki iki katlı beyaz bina, liman işletme müdürlüğü.
Bu binanın önünde, sağında ve solunda hertarafı kaplamış bu tekneler ne işe yarar ?
Dikkatle incelerseniz göreceksiniz, herbiri 15 - 18 metre uzunluğunda
kocaman kocaman şeyler,
ama ne motoru var, ne yelkeni, ne de oturma yeri. Bunlar, ne balıkçı teknesi,
ne de turistik tur yatları. Bu teknelere biz mavna derdik.
O yıllarda Antalyada büyük gemilerin barınabileceği büyük liman yoktu.
Bu mavnalar, açık denizde demirleyen gemilerin yükünü taşımakta kullanılırdı.
Her mavnada iki kürekçi olurdu, bu iki denizci, biri teknenin başında diğeri arkasında,
abartmıyorum, 7 - 8 metre uzunluğundaki küreklerle ve
12 - 15 tonluk yükle bu mavnaları açık denizde demirleyen gemilere götürür,
getirirdi. Bu denizciler, iri yapılı, kaslı ve çok güçlü insanlardı.
Eskiden ihracat için, Antalyanın ovalarında çok miktarda pamuk üretimi yapılırdı.
Tarladan toplanan bu pamuklar, çırçır fabrikalarında çekirdeklerinden ayrılır sonra da
sıkıştırılarak balyalanırdı. Bu balyalar 500 kg. yani yarım ton ağırlığındaydı.
İşte bu güçlü denizcilerden birkaçı vardı ki, mavnaların yüklenmesinde,
denge kurması için arkadaşlarının da yardımıyla bu balyaları, 15 - 20 metre sırtında taşırdı.
O yıllarda, sinemaya gitmek, günlük yaşamın vazgeçilmeziydi.
Fiziksel insan gücünün işlendiği,
"Herkül ve "Samson Dalilah" gibi efsane filmleri çok severdik.
Çocuk yaşta olduğumuzdan, arkadaşlarla aramızda tartışırdık.
Evet, eski yunanlıların, romalıların güçlü kahramanları var ama
bizim de "Arap Ali" ve "Sabri abi" 'miz var diye gururlanırdık.
antalya limanı III
bu fotoğraf 1910 yılında çekilmiş, antalya limanında o günden günümüze bir göz atalım,
karşı kıyıda denizin hemen önündeki uzun uzadıya görülen bina gümrük binasıydı,
1960 ların sonlarında yıkıldı, ve daha sonra kale içi yat limanı islah çalışmalarıyla
günümüzde burası anfi tiyatro, yürüyüş parkurları süs havuzları ve cafelere dönüştü,
arka plandaki beş katlı büyük bina, un fabrikası idi, o yıllarda antalyada bugün mezbaha
olarak bilinen yerde küçük bir elektik fabrikası vardı burası,
şehrin içinden gelen derya sularla çalışır
ve antalyanın resmi dairelerine bir de o yıllarda lux sayılan bazı mahallelerine yetecek
kadar elektrik üretirdi,
bu nedenle limandaki un fabrikası da, diğerleri gibi
su enerjisi ile çalışırdı, falezlerin üstünden 35 metreden düşen su ile.
görevini tamamlayan bu su kütlesi daha sonra denize dökülürdü,
fotoğrafta bunu da görebiliyoruz,
bu fabrika 1950 li yıllarda bir yangın felaketi ile faaliyetini durdurdu,
fabrikadaki herşey kül olmuştu ama koskoca taş yapı dimdik ayaktaydı,
islah çalışmaları kapsamında yıktılar,
günümüzde bu fabrikanın yeri otopark olarak karşımıza çıkmaktadır,
oysa, bir yapı uzmanı olarak görüşüm,
restorasyon yapılabilinir günümüze taşınabilirdi.
denizin hemen kenarında kayaların üzerindeki yapı günümüzde club 28 olarak bilinen yer,
o yllarda gazhane olarak bilinirdi, limana gelen gemilerin petrol ihtiyacının karşılandığı yer,
falezlerin üstündeki dört katlı büyük bina, antalya ptt bölge müdürlüğüydü,
gü
nümüzde güllük caddesindeki tesisler yapılıncaya kadar,
antalyada ki tek postane burasıydı,