25 Aralık 2016 Pazar


















İLETİŞİM
tel.   +90 5374652364 
e-mail.   rkngrkn@gmail.com
 adres. örnekköy huzur sitesi 5.blog no.2
LARA / ANTALYA / TURKEY













ANILARDA  ANTALYA
yayınlandı 











ANILARDA  ANTALYA
kitapcılarda bulunmaz
yazar'ın e-mail adresini kullanarak 
belirttiğiniz adrese 20.00 YTL + kargo ücretiyle gönderilir.











15 Ekim 2015 Perşembe

17 Ağustos 2015 Pazartesi

1 Şubat 2013 Cuma









ANILARDA  ANTALYA





benim talihsiz memleketim

gecikmiş ama çok gecikmiş bazı çalışmalarla yaşatılmaya
çalışılan benim talihsiz memleketim,
şehrim diyemiyorum, çünkü,
çok hızlı göçlerle, çok hızlı bir yapılanmaya giren antalya,
1960 dan sonra her on yılda,
yeni bir şehircilik planı çalışması yapılan ildir antalya,
1957 de 27.000 nufusu olan antalya,
100.000 lik, ilk şehircilik planı ile tanışmıştır,
o günlerden bir kaç küçük bilgi vermek istiyorum,
sanırım siz de şaşıracaksınız,
- günümüzde doğugarajı olarak bilinen bölgeden başlayarak caddenin ortasında,
iki tarafı palmiyelerle bezenmiş büyük bir su kanalı,
atatürk caddesinde daha fantastik bir hal alırdı,
her elli metrede bir şelale olarak akar ve bu suyun
bir bölümü karaoğlan, eski adıyla (karaalioğlu) parkında,
çok sayıdaki büyük havuzları doldurur, sonra da denize dökülürdü,
diğer bölümü ise, hıdırklık kulesinin yanında bir buz fabrikasını
çalıştırır ve denize ulaşırdı,
bu iki koldan gelen su deryası iki şelaleydi (düden şelalesi gibi),
şehir merkezindeki bu akarsuyun, günümüzde doğugarajı olarak bilinen bölümünde,
yazın serinlemek için yüzer, ve bazen de balık tutardık,
- meydan bölgesinde,
yediarıklar olarak bilinen yanyana yedi ayrı akarsu vardı, bunlar daha sonra farklı
kollara ayrılarak dağılırlar, bütün sebze ve narenciye bahçelerini besler,
kalanı ile de elektrik santrali, değirmen, mezbaha gibi fabrikaları çalıştırır
sonrada şelale olarak denize dökülürdü,
- bugünkü yath limanından, laradaki tek kalan düden şelalesine kadar,
küçükleri saymazsak 28 adet büyük şelale vardı,
- doğu garajı, meydan, yenikapı, ışıklar, şarampol, heryerde
sayıları yüzlerle ifade edilir, gövde çapı 1.5 - 2 metre yi bulan
asırlık çınar ağaçlarıyla doluydu,
- şarampol, ismini, o bölgedeki akarsulardan almıştır,
- şehir merkezine sadece 34 km.dir, kış sporları merkezi saklıkent,
kaldı ki, bu yolun 14 km.si şehir içindedir,
- mayıs ve haziran aylarında aynı gün 1 saatlik ara ile,
kış ve yaz sporlarının yapılabildiği dünyada tek yerdir antalya,
- tüm dünyada 250.000 cıvarında olan bitki türünün,
% 72 sine antalya yöresinde raslanmaktadır,
- tüm türkiyede 132 antik şehir vardır,
bunların 56 sı sadece antalya bölgesindedir,

sonuç olarak antalyanın özelliklerini, güzelliklerini saymakla
bitiremeyiz, şehircilik olarak yazık edildi,
ancak, yöre olarak eşsiz güzelliklere sahiptir,
- dünyanın en güzel şehri değil,
- dünyanın en güzel yöresidir,
bu cümle de yeterli değil,
- eğer şehir merkezinden çıkarsanız cenneti bulursunuz.





sayın okurlar

bugüne kadar antalya ile ilgili o kadar çok yazıldı ve çizildi ki,
hepsi de birbirinden güzel ve dolu, dolu,
emeği geçen değerli arkadaşların herbirini
bu olağan üstü çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum.

anılarda antalya da, bugüne kadar yayınlananlardan
farklı olarak, memleketimin pek de bilinmeyen yönlerini,
yaşanmışlıklarıyla anlatmaya çalışacağım.


erkangurkan









eski antalya dışkale




1800 lerden,  antalyanın bilinen en eski fotoğrafı,



bu fotoğrafta, bugüne kadar tarih kitaplaından okuduğumuz,
eski antalyanın yerleşimi ile ilgili bazı önemli özelliklerini
görebiliyoruz, ana karadan gelebilecek tehlikelere karşı
şehri korumak amacıyla inşa edilmiş dış kale,
fotoğrafta arka planda burçlarında dalgalanan sancak bayraklarıyla
net olarak görülüyor,



kadınyarı  1915



selekler çarşısının doğu yakasında bulunan, altında ne olduğu
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmaksızın, günümüzde binlerce
antalyalının hergün üzerinden geçtiği kadınyarı köprüsünden
başlayarak şehri çevreleyen ve kara alioğlu parkındaki
hıdırlık kulesine kadar uzanan dış kalenin dört kapısı vardı,



antalya dışkale surları



yüksek surlarla korunan, kaleiçinde yaşayan halkın,
kale dışına çıkması kontrollü olarak bu kapılardan yapılırdı,



kalekapısı



bunlardan kalekapısı, saat kulesinin bulunduğu yerdir,
kale dışında tarlalarda çalışan halkın kullandığı kapıdır,
ayrıca bu kapı, diğer şehirlerden mal alıp satmak için gelen 
tüccarların da kullandığı kapı idi.



üçkapılar (hadrian)



ikinci kapı üçkapılar (hadrian)
bu kapı kıral kapısı olarak bilinir, alt sınıf bu kapıyı kullanamazdı,
üçüncü kapı yenikapı dır, burası,
genellikle şehrin güney yakasında yaşayan halkın kullandığı kapıdır



hıdırlık kapısı  1927



dördüncü kapı hıdırlık kapısı, hıdırlık kulesinin bulunduğu yerdir,
burayı, şehri koruyan askerler,
kaledışında eğitim yapmak amacı ile kullanırdı.
şehrim hakkında bütün bunları anlatmak ve paylaşmak güzel de,
geriye ne kalmış ?
inanın, ellibeş yıl öncesine kadar bu anlatmaya çalıştığım,
dışkale surlarının yüzde altmışı yaşam savaşı veriyordu,
sahipsiz kaldı talan edildi, birileri parselledi o dilberim tarihi surları
yıktılar yerine, beton binalar yaptılar,
kadınyarı'nın hemen yanındaki sekiz, on katlı binalar,
ziraat bankası ve yanındaki bina (eskiden türk ticaret bankasıydı)
onun yanında konuk işhanı, mc donald ın binası, yenikapıdaki
eyilik soğuk hava deposu, kültür sineması bunlardan birkaçı,
oysa sahip çıkılabilinir restore edilebilinirdi,
benim talihsiz memleketim.



1900 lerde antalya




eski antalya içkale




antalya - kaleiçindeki içkale,
şehri denizden gelebilecek
tehlikelere karşı korumak amacıyla inşa edilmiştir,
yani korsan gemilerine karşı,
eklediğim fotoğraflarda özellikle de yat limanı çevresinde
iç kaleyi rahatlıkla seçebilirsiniz,


iskele  1910




iskele 1964



içkale, dışkale ye göre daha şanslı diyebiliriz,
çünkü çok uzun yıllar önce korumaya alındı, tamamı olmasa da,
büyük bir bölümü restore edildi, yaşatılmaya çalışıldı, bir yer hariç,
şimdi sıkı durun, size öyle bir bilgi vereceğim ki,
birçok antalyalının bu konuda bilgi sahibi olmadığından eminim,   
ama ben onları suçlamıyorum çünkü,
bu konuda bilgi edinebilmek için kaynak yok,
akla şu soru gelebilir, peki ben nereden biliyorum,
ben bugün altmışyedi yaşındayım, çocukluğumda,
ele avuca sığmaz, haylaz, ve herşeyi merak eder,
her deliğe girer çıkardım, sanıyorum anlamışsınızdır,




tophane  1953



konuya gelince, antalya cumhuriyet meydanındaki
tophane çay bahçesini herkez bilir,
bir ucundan öbür ucuna yüz metreden daha fazla
büyük ve geniş bir alandır, hergün binlerce insan,
bu çay bahçesinde oturur, kaleiçi ve yat limanını yukarıdan seyrederek
çayını yudumlar, çok keyif verici bir manzarası vardır.

çay bahçesinin tophane olarak anılma nedenine gelince,
bu çay bahçesinin altında yüzlerce metre giden tüneller ve
dehlizler vardır, abartmıyorum, bir tabur askerin günlük yaşamında
hertürlü ihtiyacını karşılayacak kadar büyük.

bu tünellerde yat limanına ve açık denize bakan, kemerli bölmeler vardı,
bu bölmelerin herbirinde uzun menzilli top namluları, denizden gelebilecek
korsan gemilerine karşı şehri savunmak için hazırdılar.

zamanla çürümüş ve büyük bir bölümü toprak altında kalmış top namlularını
küçük olduğum için, kaldırmakta zorlandığım top güllelerini görebilme ve onlara dokunabilme şansım oldu.
 
aşağıdan yat limanından bakarsanız, doğal bitki örtüsü nedeniyle,
bu kemerli bölmeleri farkedemezsiniz, çok dik ve yüksek bir falez olduğundan, aşağıdan tırmanmak da mümkün değildir.

altmış yıl sonra bu anımı sizlerle paylaşırken o günü tekrar yaşıyorum sanki,
doğrusu ya çok heyecan vericiydi.

aradan çok uzun zaman geçti, 1984 yılında birgün cumhuriyet meydanından,
yat limanına inerken, çocukken kayaların arasından girdiğim deliğin olduğu yerde bir restoran olduğunu gördüm.

şaşırmıştım, böylesine değerli, bir tarihi eserin içinde restoranın ne işi vardı,
o gün değil ama birkaç gün sonrası duramadım, akşam yemeği için o restorana gittim,
ne gördüm dersiniz, koskoca kale duvarlarını yıkmışlar, ilk iki kemerli bölümü restoran yapmışlar, girişte geniş bir cephe yaratmak için se
yıktıkları kale duvarlarının kocaman kayalarıyla da, o deryanın diğer bölümlerini
yok sayarcasına kapatmışlar.
  
ve böylelikle, o dilberim tarih yok olmaya mahkum edilmiş.

bu olay tarihi yok etme pahasına da olsa birilerinin çıkarını gözümüze sokmuştu,
günümüzde ise,
hani ne derler :  sözün bittiği yer.


tophane  2011



antalya limanı  I

O güzel günleri yaşamış bir Antalyalı olarak, vereceğim ek bilgilerle
Antalyayı farklı bir bakış açısından tanıtmaya çalışacağım.




    Bu resimde görülen iskele camisi,
mimari olarak altı kolon üzerine inşa edilmiş taş bir yapıdır.
Namaz kılınan bölüm üst katta olduğundan
girişteki merdiven mimari özelliğine son derece uyumludur
ve ibadet bölümü küçük bir altıgen salondur.

    Bu caminin bir özelliği de,
günümüzde para ödeyerek satın aldığımız şişe sularında
bulamayacağınız kadar güzel bir kaynak suyun üzerine inşa edilmiş olmasıdır.

    O yıllarda şehrin içecek suyunun büyük bir bölümü bu kaynaktan karşılanırdı,
nasıl mı ?




    Hepimizin bildiği 18 litrelik zeytinyağı tenekelerinden faydalanarak yapılmış
kapaklı kaplara doldurulur,
50 kadarı bir at arabasına yüklenir, sokak, sokak dolaşılarak dağıtılırdı.
Bu işi yapanlara biz sucu derdik. Bu kaynak su, o kadar değerliydi ki,
sadece içme suyu olarak tüketilir ve ekonomik durumu iyi olmayan halk,
bu suyu satın alamadığından,
illaki bu suyu içmek istiyorsa kendi olanakları ile taşımak zorunda kalırlardı.
Halkın büyük bir bölümü eski Antalyanın
her sokağında bulabileceğiniz su kuyularından faydalanırdı
    ve yine her sokakta küçük akarsu kanalları vardı,
bu akarsular yaz aylarının kavurucu sıcaklarında bile şehiriçinde doğal bir klimaydı,
şehir dışında 45 C. olan hava sıcaklığı, şehiriçinde pek farkedilmezdi.





antalya limanı  II

Fotoğrafta görüldüğü gibi, iskele camisinin hemen sağındaki bina balıkçı kahvesidir.
Yıkılıncaya kadar kapısı hiç kilitlenmeyen bu yer iskele balıkçıları ve
çalışanlarının biraraya geldikleri çay veya kahvelerini yudumlarken,
nargilenin de o özel kokusu ve horultusunun sohbetlere katkısını unutamayız.

Ön plandaki iki katlı beyaz bina, liman işletme müdürlüğü.
Bu binanın önünde, sağında ve solunda hertarafı kaplamış bu tekneler ne işe yarar ?

Dikkatle incelerseniz göreceksiniz, herbiri 15 - 18 metre uzunluğunda
kocaman kocaman şeyler,
ama ne motoru var, ne yelkeni, ne de oturma yeri. Bunlar, ne balıkçı teknesi,
ne de turistik tur yatları. Bu teknelere biz mavna derdik.

O yıllarda Antalyada büyük gemilerin barınabileceği büyük liman yoktu.
Bu mavnalar, açık denizde demirleyen gemilerin yükünü taşımakta kullanılırdı.
Her mavnada iki kürekçi olurdu, bu iki denizci, biri teknenin başında diğeri arkasında,
abartmıyorum, 7 - 8 metre uzunluğundaki küreklerle ve
12 - 15 tonluk yükle bu mavnaları açık denizde demirleyen gemilere götürür,
getirirdi. Bu denizciler, iri yapılı, kaslı ve çok güçlü insanlardı.

Eskiden ihracat için, Antalyanın ovalarında çok miktarda pamuk üretimi yapılırdı.
Tarladan toplanan bu pamuklar, çırçır fabrikalarında çekirdeklerinden ayrılır sonra da
sıkıştırılarak balyalanırdı. Bu balyalar 500 kg. yani yarım ton ağırlığındaydı.
İşte bu güçlü denizcilerden birkaçı vardı ki, mavnaların yüklenmesinde,
denge kurması için arkadaşlarının da yardımıyla bu balyaları, 15 - 20 metre sırtında taşırdı.

O yıllarda, sinemaya gitmek, günlük yaşamın vazgeçilmeziydi.
Fiziksel insan gücünün işlendiği,
"Herkül ve "Samson Dalilah" gibi efsane filmleri çok severdik.
Çocuk yaşta olduğumuzdan, arkadaşlarla aramızda tartışırdık.

Evet, eski yunanlıların, romalıların güçlü kahramanları var ama
bizim de "Arap Ali" ve "Sabri abi" 'miz var diye gururlanırdık.





antalya limanı  III

bu fotoğraf 1910 yılında çekilmiş, antalya limanında o günden günümüze bir göz atalım,
karşı kıyıda denizin hemen önündeki uzun uzadıya görülen bina gümrük binasıydı,
1960 ların sonlarında yıkıldı, ve daha sonra kale içi yat limanı islah çalışmalarıyla
günümüzde burası anfi tiyatro, yürüyüş parkurları süs havuzları ve cafelere dönüştü, 
arka plandaki beş katlı büyük bina, un fabrikası idi, o yıllarda antalyada bugün mezbaha
olarak bilinen yerde küçük bir elektik fabrikası vardı burası,
şehrin içinden gelen derya sularla çalışır
ve antalyanın resmi dairelerine bir de o yıllarda lux sayılan bazı mahallelerine yetecek
kadar elektrik üretirdi,
bu nedenle limandaki un fabrikası da, diğerleri gibi
su enerjisi ile çalışırdı, falezlerin üstünden 35 metreden düşen su ile.
görevini tamamlayan bu su kütlesi daha sonra denize dökülürdü,
fotoğrafta bunu da görebiliyoruz,
bu fabrika 1950 li yıllarda bir yangın felaketi ile faaliyetini durdurdu,
fabrikadaki herşey kül olmuştu ama koskoca taş yapı dimdik ayaktaydı,
islah çalışmaları kapsamında yıktılar,
günümüzde bu fabrikanın yeri otopark olarak karşımıza çıkmaktadır,
oysa, bir yapı uzmanı olarak görüşüm,
restorasyon yapılabilinir günümüze taşınabilirdi.
denizin hemen kenarında kayaların üzerindeki yapı günümüzde club 28 olarak bilinen yer,
o yllarda gazhane olarak bilinirdi, limana gelen gemilerin petrol ihtiyacının karşılandığı yer,
falezlerin üstündeki dört katlı büyük bina, antalya ptt bölge müdürlüğüydü,
nümüzde güllük caddesindeki tesisler yapılıncaya kadar,
antalyada ki tek postane burasıydı,




fotoğrafta görülen, denizin ortasındaki kale kalıntısı, 
sağ alt köşede görülen mermerli kalesinin bir uzantısıdır,
akdenizin azgın dalgaları zaman içinde onları ayırmış, 

günümüzde yat limanı mendireklerinin yapılmasından sonra bile 
buranın limanın içinde kaldığı ve artık güclü dalgalarla boğuşmak
durumunda olmadığı halde neden yok edildiğini anlamakta zorlanıyorum.




mermerli kalesi, park ve çay bahçesine dönüşmeden önce, dış ülkelere ihraç edilmek için
toros dağlarından çıkartılan işlenmemiş krom madeninin depolama yeri olarak kullanılırdı,
kaleiçi sokaklarının darlığı nedeniyle, üç, 

dört tonluk kamyonlarla getirilen maden buraya boşaltılırdı,
hoş, o yıllarda türkiyede büyük tonajlı araçlar da yoktu,
mermerli kalesinden aşağıda limana kadar uzanan, takriben birbuçuk metre genişliğinde
eski saç ve demirlerden yapılmış bir konsriksiyon oluk vardı, 

aşağıda limanda mavnalar bu oluğun altında demirler, 
yukarıdan atılan krom madeniyle yüklerini alırlar ve o iki iri yapılı kürekçiyle
yüklerini boşaltmak için açık denizde demirleyen gemiye doğru yol alırlardı, 

arkasındandiğer mavna oluğun altına yanaşır yüklenmeye başlanırdı, 
bir gemi geldiği zaman bu çalışma
durmadan günlerce bazen haftalarca devam ederdi, 

1960 lı yıllarda antalya kepezaltındaki
türk-fransız işbirliğiyle yapılan ferrokrom fabrikasının faaliyete geçmesiyle 

bu serüven de sona erdi.






anılarda antalya devam edecek

ana sayfa